NAK-MADBursa Ayvaini Faaliyeti 20-22 mayıs 2016
1-3 Nisan 2016 Mağaracılık Çalıştayının hemen sonrasında, Bursa’nın aktif çalışan derneklerinden Nilüfer Arama Kurtarma (NAK) derneği ile ortak ayvaini faaliyeti yapılmasına karar verildi. Amacımız hemen her şartta kurtarma hizmeti veren NAK ile olabilecek bölgesel bir kazada işbirliği yapmak. Önce mağara ortamını tanıtmak amaçlı olarak faaliyet yapmak, sonrasında karşılıklı teorik ve pratik eğitimlerle işbirliğini geliştirmek şeklinde bir planlama yaptık.
Faaliyete; NAK, MADBursa, MADAnkara ve İTÜMAK tan katılımcılarla toplamda 20 kişi katıldı. Bozuk havaya karşılık eğlenceli ve güzel bir faaliyet gerçekleştirildi. Dernekler arasında yeni arkadaşlıklar kuruldu.
Ekte; “Yüzüklerin Efendisi - Hobbit” film serisinden aşırı etkilenip, gerçek ve masal arasında takılmış, ama bundan şikayeti olmayan İlgi Genç’in faaliyet anı ve yorumunu yayınlıyoruz.
Ayvaini Faaliyeti 20-22 mayıs 2016
Orta dünya'nın güzide diyarı Yeşil Bursa sınırlarındaki, Cücelerin yedi atalarından en büyüğü olan Ölümsüz Durin'in efsanevi konağına, yani halk arasındaki ismiyle Khazad-dûm yada Ayvaini mağarasına yaptığım faaliyeti başarıyla sonlandırmış bulunuyorum.
Herşey 3üncü çağın 2016. baharının güneşli bir hasat gününün sabahında telefonumun gürültülü bir şekilde çalmasıyla başladı. Bu sakin bahar sabahında keyifle içtiğim pipomu ve batının mavi dağlarının eteklerindeki Harlond limanından gelen sert kahvemi bırakıp telefona cevap verdim. Telefonun ucundaki ses, nice macera ve yolculuklara beraber atıldığım arkadaşım Onur Yurtbaşı'na aitti. Hemencecilk yeni bir maceranın ucunda olduğumuzu anlayıverdim ve heyecanla dinlemeye başladım. Yurtbaşı hiç lafı dolandırmadan mağaraya gelmek isteyip istemediğimi sordu ve o an hiç tereddüt etmeden kabul ettim. Yeşil Bursa'nın efsanevi mağaralarından birini, hem de cücelerin 3 altın çağına da şahitlik etmiş olan Ayvaini mağarasını görme şansı elde etmiştim. Bu mağara hakkında söylenen şarkılar binlerce yıldır hala Gümüş vadi'nin çayırlarında söylenmekte ve duyanların içini titretmekteydiler. Böyle bir fırsatı kaçırmak gerçekten hımbıllık olurdu. Telefonu kapatır kapatmaz hemen küçük çıkınımı hazırlamaya giriştim.
Birkaç gün sonra, Yeşil Bursa'dan ticaret için gelen bir gemiye binmek üzere Kabataş limanındaydık. Ekibimizde şimdilik 3 kişiydik, Yurtbaşı, Yeşim ve ben. Ancak böylesi bir macerada başına neler gelebileceğini ve yola kimlerle devam edeceğini asla bilemezsin. Bir cuma öğleden sonra sakin bir havada denize açıldık.
Bindiğimiz geminin Elf dokumasından yelkenleri ve gemide seyir için bulunan bir büyücünün adıyla çağırdığı rüzgarlar sayesinde henüz hava kararmadan Marmaros denizinin karşı kıyısına ulaşmıştık. Limanda bizi Mağara Araştırma Derneği (MAD) şubesinden, Yurtbaşı'nın eski dostu Emrah ve MAD Ankara'dan İlayda karşıladı. Emrah'ın Land Rover'ına çıkınlarımızı yükleyip, bu macera için gerekecek diğer malzemeleri almak için Dikyokuş mahallesindeki evine geçtik. Oradaki ufak bir hazırlıktan ve Emrah'ın yaptığı lezzetli şarapların tadına baktıktan sonra Emrah'ın karısı ve iki küçük oğlunu da alarak Ayvaini mağarasına ulaşmak üzere yola koyulduk.
Birkaç saatlik bir yolculuktan sonra Dúnedain soyundan gelenlerin Ulubat dedikleri, cüceler arasında efsanevi Apolyont olarak bilinen gölün kıyısından yükselen bir dağın yamaçlarındaki kamp yerine gece karanlığında ulaştık. Daha önce gelen ve ateşi yakmış olan Ozan bizleri bekliyordu. Kampımızı kurup, şaraplarımızı içip pipolarımızı tüttürdükten sonra tatlı bir uykuya daldık.
Ertesi sabah güzel bir rüyadan bağırış çağırışla uyandım. Kampa yeni gelenler vardı. Nilüfer Arama Kurtarma (NAK) ekibinden insanlar arabaları boşaltıyor, şarkılar söylüyor, birbirlerine bağırarak emirler yağdırıyor ve yeşil çayırları eziyorlardı. Keşif ekibi artık daha kalabalık olmuştu. Ortada yanan büyük ateşte pişen kahvaltının kokusuna dayanamayıp çadırımdan çıktım ve hemen bu curcunaya katıldım. Güzel bir yemekten sonra kalabalık keşif ekibimiz çok geç olmadan hazırlanmış, tulumlarını giymiş, fenerlerinin pillerini değiştirmiş, halatları ve lastik botları sırtlanmış ve mağara ağzına doğru yola koyulmuştu.
Artık üzerimdeki mağaracı tulumu, lastik bahçevan botlarım ve eldivenlerim, çantamdaki Kuyutorman'da Elf ipeğinden örülmüş bir kaç metre ipim, Mithril çeliğinden karabinalarım, miğferim ve cücelerin dehasının ürünü olan bir adet video kameram ile mağara ağzındaydım artık. Khazad-dûm bütün ihtişamıyla ayaklarımızın altındaki kayaların içine oyulmuş ve bizi beklemekteydi. Ekip birer ikişer mağaranın ağzındaki delikten karanlığa doğru ip ile inişe başlamıştı bile. Video kameram ile görüntü almaya çalışırken Mağaranın ağzındaki karanlığın içinden soğuk bir rüzgar yanağımı okşadı. İstemsizce ürperdim, adeta dağ elini uzatmış beni kendine çağırıyordu. İpe girme sırası bana geldiğinde kafa fenerimi yaktım, zihnimi temizledim ve kendimi karanlığın içine bıraktım.
O andan sonra nereden geldiğim ve kim olduğum anlamını yitirmeye başladı. İpin sonu geldiğinde ve mağara ağzının tabanındaki kayalara ayak bastığım anda artık hep tanıdığım ben yoktu... Dağın bir parçası olmuştum.
Benden önce inenler lastik botlara atlayıp dağın içine doğru akan nehrin üzerinde ilerlemeye başlamışlardı bile. Ekibin kalanının da mağaraya girmesiyle 3 kişi bir lastik bot ile sakin nehirde kürek çekmeye koyulduk. Fenerlerimizin ışığı mutlak karanlığı aydınlatırken, suyun milyonlarca yılda oluşturduğu bu yolda bize rehberlik ediyordu. Zaman zaman kürek çekerek, zaman zaman kayaların üzerinde sekerek, çoğunlukla da belimize kadar suyun içinde sırılsıklam bir vaziyette saatler boyunca dar tünellerden ve irili ufaklı galerilerden geçerek yol aldık. Etrafımız benzersiz şekillerle, suyun zerre zerre madenleri taşıyıp birleştirmesiyle oluşmuş sarkıt, dikit, sütun ve travertenler ile kaplıydı. Ruhlarımız her adımda biraz daha karanlığın bir parçası oluyordu. Herkesin sustuğu anlarda geldiğim yola dönüp nefesimi tutarak dinlemeye çalışıyordum. Akan suyun yankılanması dışında hiçbir ses duyulmuyordu. Kocaman bir gezegenin içinde yalnız başıma kalmıştım ancak içimi kaplayan mutluluğun tarifinin mümkün olduğunu zannetmiyorum.
Bir kaç mola, biraz peksimet ve soğuyan havanın ıslanan bacaklarımda yarattığı üşümeden sonra yavaş yavaş mağaranın sonlarına doğru geldiğimizde gün ışığını son görüşümün saatler önce olduğunu fark ettim. İleride, çok da uzak olmayan bir yerde güneş tekrar mağaranın ağzından içeri girmeye çalışacak ama dağ buna izin vermeyecekti. Giderek hayatımdaki en güzel anların sonuna yaklaştığımı hissediyordum. Dağ beni kucağına almış, sevmiş, başımı okşamış ve tekrar ellerimden tutarak ayakta durabilmem ve dengemi bulmam için yardım etmeye başlamıştı. Dağın kalbinden geçen nehir iyice sakinleşmiş, tavan alçalmış, galeriler genişlemiş ve fark etmesi çok zor hafif bir esinti yüzümü yalamaya başlamıştı. Sanki karanlık giderek seyreliyor, boşlukları gökyüzü doldurmaya başlıyor gibiydi. Ekipteki insanların sesleri soluk ancak fenerlerinden çıkan ışık artık daha belirgindi. O anlarda ekip ile arama mesafe koyarak, daha önden giderek ya da daha geride kalarak, dağ ile daha çok yalnız kalabilmek için çabaladım. Ancak ne yaparsam yapayım dağ bana gitmem gerektiğini buraya ait olmadığımı tekrarladı durdu. Ve en sonunda ne kadar yavaş ilerlemeye çalışırsam çalışayım gün ışığını tekrar fark ettim. Az ötemdeki bir duvarı aydınlatarak beni kendine çağırıyordu.. Ne yalan söyleyeyim, o an bir üzüntü ya da belki sadece basit bir hayal kırıklığı doldu içime. Dağın kalbinden geçmiş ve tekrar gün yüzüne çıkmıştım. 6 km'lik bir yoldu ama iki ışık arasında bir hayat geçirmiştim.
Mağaranın diğer ağzından dökülen şelale yüzlerce metre aşağıdaki insan köylerini besleyen dereyi oluşturup göle doğru akmaya devam ediyordu. Kahazad-dum'da kutsanan su yeryüzündeki yaşamı besliyor ve dağ aslında etrafındaki tüm canlılara annelik ediyordu.
Dağın sarp yamaçlarından inip kampa tekrar geri döndüğümüzde biraz daha içine kapanıktım. Islak kıyafetlerimi değiştirdim, sessizce yemeğimi yiyerek uyku vaktinin gelmesini bekledim ve çadırıma gittim. Evime geri dönmeye hazırdım ve bir an önce yola koyulmak istiyordum. Ertesi sabah hızlı bir kahvaltı ve toplanmadan sonra insanlar kamptan ayrılmaya başladılar. Biz de yola çıkıp limana gittik ve Marmaros'u geçecek gemiye bindik. Henüz İstanbul'a ulaşmadan, bir sonraki maceramızın ne olacağını konuşmaya başlamıştık bile. Geç bir saatte gemi önce Thedosius limanına uğradı, Yurtbaşı ve Yeşim evlerine dönmek için benden ayrıldılar, daha sonra da Khalkedeon'a ulaştı ve ben de çıkınımı sırtlanıp evin yolunu tuttum. Eve girdiğimde yetiştirmem gereken işler olduğu için sabaha kadar çalıştım, geç de olsa biraz uyudum ve bu macerayı yazmaya başladım.
There and back again...
by
İlgi Emmi Genç
Ekip: Tamer Çekici, Pınar Bulmuş, Barkan Yaşar, Emrah Öztürk, Tarık Avcı, Burak Marangoz, Lavinia Mülle, Emrah Sınmaz, Attila Ülgen, İlayda Çağla Tekkılıç, Yasemin Sınmaz, Ulaş Sınmaz, Deniz Sınmaz, Murat Soğucak, Melike Yurtoğlu Soğucak, Deniz Doğa Soğucak. Ozan Küçük Bağış, Onur Yurtbaşı, Yeşim Aydın, İlgi Genç